13 Mayıs 2017 Cumartesi

Ilk kitap imzalama gunumden,,,






HALAM

1965 yılında
Belkide halamın zoruyla, haldeki tezgahı artık, pazar günleri ben açıyorum.Kazım Ağa zaten pazar günleri kapalı olduğundan, ona bir zararı yok. Bana sayılı yumurta ve bir kaç sandık limon veriyor. satılmayanları iade alıyor.. Kârını bana veriyor.. Bir hafta okulda harcamaya yeterli bir para..Rahatlıyorum...Birde fakir öğrenci var Osman K. ona da bakıyorum..Yetiyor...
Yemekler o zaman müşterek kaptan yeniyor. Herkesin tabağı ayrı değil.. Bol etli bir patlıcan yemeği.. Çatalıma batırdığım eti, tam ağzıma götürürken, öyle bir bakış atıyor ki enişte..
Öylece tabağın kenarına bırakıyorum. Sofrayı terk ediyorum.
''Allah belanı versin Kazım'' diye bağırıyor Naime Halam.. Kavga sabaha kadar devam ediyor.
Yatağın içinde sabahı sabah ediyorum...
Ertesi sabah saat yedide beni uyandırıyor. Kölesini halin kapısına yine dikiyor...Hiç pişmanlık göremiyorum yüzünde..
Hakkını yememek lazım. İlk defa pişmanlık ve hüznü Mutki İsyanında askermiş. Annemin köyü 'Batılmıs' dahil diğer köylerde, yedi yaşından büyük erkeklerin tümünü kurşuna dizdiklerini anlatırken görmüştüm.
Bir kaç gün sonra, gönlümü almak için Sümer Banktan bir Beykoz kundurası alıyor.Takoz gibi bir ayakkabı ama ayağım ısınıyor doğrusu... Bir tane de kaban alıyor. Yanımızdaki çarşıda bulunan elbiseci Albert Ustadan..Albert Usta beni seven bir Yahudi tüccar.. Ufak tefek, bembeyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, ufak tefek bir adam. Nasıl eziyet çektiğime şahit olanlardan biri...Kabanın biraz pahalısını veriyor. Kazım Ağa itiraz edince, ''O farkı ben karşılıyorum'' diyor...Hiç sesi çıkmıyor Kazım Ağanın..
Bir kaç gün geçtikten sonra da bir tel maşa Nacar Saat alıp, sanırım halamla barışı sağlıyor..
O yılı vukuatsız geçiriyoruz..
Ertesi yıl.
Halam Naime telefon ediyor hale.. Nasıl ağlıyor bir bilseniz, Ödümüz patlıyor.Biri öldü sanıyoruz...
''Askerlik şubesinden bir kağıt geldi. Beni askere çağırıyorlar. Yetişin '' diyor.. Kazım Ağa beni gönderiyor.
Doğru.. Nüfusta adı İsmet olduğu için, kayıtlarda bir hatadan dolayı asker kaçağı görülüyor...Tebligatı yapanlar, aslında 'Mevcutlu götürmeleri' gerekirken, bakıyorlar ayağı sakat bir kadın, askerlik şubesine gelmesini istiyorlar..
Askerlik şubesine taksiyle gidiyoruz.. Hıçkırarak ağlaması hiç kesilmiyor.. Taksici de hayretler içinde dikiz aynasından bizi izliyor.
İçeri girdiğimizde ''Ne vardı' diyor bir ast subay..
''Komando askerinizi getirdim'' diyorum. Yüzü asılıyor
''O ne demek'' diye bizi azarlıyor.
Durumu anlatıyorum. Herkes gülmeye başlıyor.. Naime Halam ağlamaya devam ediyor..
Albayın yanına götürüyorlar. Albay konuyu anladıktan sonra
''Sen üzülme'' öyle şey olur mu diyor..
''Biz gereken işlemleri yaparız' diyerek halamı sakinleştiriyor..
Eve dönüyoruz..
İşlemler devam ediyor. İş mahkemeye kadar götürülüyor..Sonunda askerlik macerası sona eriyor.
Naime Sultan rahatlıyor..
Ben sık sık 'Onbaşı İsmet' diyorum bir süre. Kızıyor..
Adı onbaşı İsmet kalıyor Keçiören semtinde..
Yaşam yine kaldığı yerden devam ediyor..
Köle her gün halin kapısını bekliyor yine...
DEvam edecek...

Çocuk ruhlu Ergun'dan dostlarima Bir armağan olsun...

Hastanenin bahçesinde bir bankta otururken gördüm onu...Sol elinde tuttuğu bastonuna dayanmış,başında gakkoş şapkası, beyaz gömleği ile ben Elazığ'lıyım diye bağırıyordu sanki...Ona doğru yürürken, ince bir yağmur atıştırmaya başladı...Şemsiyemi açtım. Onu da koruyacak şekilde yanına oturdum.
-Baba, gakkoş musan dedim..
-Yok menim ağam, men Kürdem dedi..
Sesi titriyor, ağlıyordu.
Göz yaşları, yuvarlanıp, önce sakalına,birikenler gömleğine damlıyordu..Beyaz mendiliyle gözünü sildi..Benim nereli olduğumu sordu. Öğrenince çok sevindi..
-Biz Rus'lar Bitlis'e girende, oradan kaçıp, Elazığ'a yerleşmişiz...Ben Elazığ'da dünyaya gelmişim dedi..
Adı İbrahim'di.
Israrla ağlamasının nedenini soruyordum..Cevap vermekten kaçınıyordu..
-Madem hemşehri çıktık, anlat bakalım derdini dedim..
'Brîndar dizanî derd-î brÎndare' deyince, ağlamasının şiddeti arttı. Beni sağ eliyle kucakladı..
Anlatmaya başladı..
İki yıl öncesine kadar Elazığ'da büyük kızı Fatma'nın yanında kalıyormuş. Hiç sıkıntısı yokmuş. Çok iyi bakıyorlardı bana dedi.
Kızım ölünce, damadım haklı olarak artık bakamayacağını söyledi. Ankara'ya yolladı beni...Üç torunumdan ayrılmanın hasreti yiyip bitiriyor beni dedi..
Haklıydı.. Emir geldi gözümün önüne, gerçekten ben de dayanamazdım...Çok acı verirdi...
Zaten çok duygusalım..Birlikte ağlamaya başladık...
Oğlu Mehmet sigorta eksperiymiş, gelini öğretmen, bir de küçük oğulları Emre Can...
Hele Emre Can da olmasa ben bir nefes alan ölüyüm dedi..
Peki tek başına ne yapıyorsun burada dedim..
Beni hastaneye kontrola getirdiler, buraya otur. Sakın bir yere ayrılma dediler, gittiler.
Terk edildiğini zannederek korku içindeydi. Endişesi büyüktü..
Hiç korkma, gelirler, gelmeseler bile, seni evime götürürüm. Seni böyle bırakır mıyım dedim...Nefes alması rahatladı..
On beş dakika kadar geçmiş, yağmur kesilmiş, güneş kendini göstermeye başlamıştı..
Oğlu ve karısının geldiğini görünce, ince bir çığlık attı..Çocuk gibi sevindi zavallı..
Tanıştık oğlu ve geliniyle
...
Buraya kontrola getirdik babamı, saat gelene kadar bari alış verişimizi yapalım diye düşündük. Cebine de telefon numarası yazdık, bıraktık dedi..
Onlar da Eryaman'da oturuyorlarmış..
On dakikalık bir işimiz var. Arzu ederseniz sizi de bırakırız dedi.
Memnun olurum dedim..
Arabada Oğluna bunların tümünü anlattı..
Bak siz gelmeseydiniz, beni evine götürecekti..
İşte hemşehrilik budur gibi sözler söyleyerek beni, yere göğe sığdıramadı...
Arabadan indim...
Elimi tuttu...
'Erê..Brîndar dizanî derdî brindare' dedi"..
Araba uzaklaşana kadar el sallamayı hiç bırakmadı..
Bütün bu dertliler, neden bana denk geliyordu..
Yazgı mıydı acaba..
Neyin nesiydi....
'Yaralı yaralının derdini bilir'di anlamı..


Şivan Perwer-Melike Demirağ, Birindar im

Kitabim ve Ben





bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır

 Edip Cansever


Kitabimi Kitap Yurdun'dan alabilirsiniz


Naime Halam....

Babamın kendinden küçük ikinci kardeşi Naime..
Genç kızlığında kalça çıkığını fark edemedikleri ve ömrünün sonuna kadar topal yaşayan ve beni ailede en çok seven kadın...
Babam Kasrik'te eğitmen iken hep beraberlermiş. O büyütmüş beni. İlk göz ağrımsın derdi bana..Ruhunu verirdi..
Çocuk sahibi olamaması,,bana beslediği sevgiyi bir kat daha artırmıştı kuşkusuz.
İsmet Paşa semtinde iki göz odalı bir evde oturuyorlardı. Amcam,ninem ve Naime Halam.
1953 yılında amcam evlenince..Artık o evde dört kişinin yaşaması imkansız hale gelmişti..Çözüm aramaya başlanırken, kendinden 35 yaş büyük bir talibi çıktı..Hemen verdiler halamı...
İstemeye geldiklerinde, hangisi olduğunu merak ettiğimden, anneme sorduğumda ön dişlerinden biri kırık olan demişti.. Öyle tanıyabilmiştim eniştemizi...
Kazım Ağa, Balıkçı Kazım veya Kızılbaş Kazım diye tanınıyordu.. Ulus'taki halin kapısında limon ve yumurta tezgahı vardı.. İnanılmaz para kazanıyordu.. Tabi bunu çok sonraları anlayacaktım...Bir de evlat edindiği Necati adında oğlu vardı..
Daha önce bahsettiğimi sandığım hoş bir anı var.. Yeri gelmişken onu da anlatayım.
( Daha nikah olmadan, bizi yemeğe çağırdılar. Bir tepsi baklava yaptırdı bizimkiler. Gittik. Tam kapıda tepsiyi benim elime tutuşturdular. Çıktı Kazım Ağa.. Elimden aldı. Tam gidecekken elime iki gümüş lira koydu...Hiç unutamam.. Büyük para..Yemek sonrası, meyve sepeti geldi ortaya. İçinde ilk defa gördüğüm muz da var. Aldığımla ısırdığım bir oldu.
Kazım Ağa ''O öyle yenmez diyerek, soyup bana yedirdi'.' Bir yandan da gülüyordu..)
Artık halamın ekonomik sorunu çözülmüştü.. Rahattı.
Ben sık sık uğrardım Hacı Bayram semtinde oturdukları eski Ankara Evine. Çok yardımı olmuştu okurken bana...
Yıllar su gibi akıyordu..Kazım Ağanın çocuğu olmazmış. O peşin söylenmeyen şey, bir süre sonra ufak tatsızlıkların doğmasına neden olsa da , çabuk unutuldu. Fazla konu edildiğini hatırlamıyorum. Ya da bize anlatılacak şeyler değildi..Haberimiz olmuyordu.
1961 Yılında Keçiören'de bir bağ evi alıp oraya taşındılar..İki katlı, betonarme bir ev.. Bahçesi meyve ağaçlarıyla dolu...
İki yıl geçti..
Orta üçüncü sınıfa giderken, oğlu askere gitti.
İnanılmaz çalışkan bir öğrenci. iken ben iki yılıma mal olacak kölelik yıllarım başlayacaktı. Olaylardan ve olacaklardan hiç haberim yoktu..
Necati askere gidince halin kapısına beni diktiler...
Sabah Gazi Lisesi orta kısmına gidiyorum. Öğlen çıkıştan akşam sekize kadar o inanılmaz ayazlarda paltosuz ve eski bir ayakkabı ile tezgahı bekliyorum. Limon ve yumurta satıyorum. 45 yaşımda Artrit hastalığına yakalanmamın sebebi de odur..
Orta okulu bitirip liseye başladım. Birinci ve ikinci sınıflarda kaldım tabi..Derse ayıracak hiç zaman bırakmamışlardı bana..
Akşamları soğuktan yarılmış, kanayan ellerime krem sürüyordu Halam. Sessizce ağladığını çok defa görüyordum..
Yapacak pek bir şeyi de yoktu zavallının...
O askerlik süresi boyunca, ben bir köleydim.
Bitince kölelikten kısmen kurtulabilmiştim.. Daha rahat bir ortam oluşmuştu ama, ücretsiz işçi pek hoşuna gitmişti Kazım Ağanın, bir türlü bırakmıyordu beni...
Ailemin çok yoksul olması da, buna destek verir gibiydi..
Neyse ki zorluğun büyük kısmını atlatmıştım...
Gelen günlerde neler olacaktı..
İşte onların anlatımı da gelecek sefere...

Sık rastlanan acılar..

Evvelsi gün
Kardeşim Erol akşam yemeğine çağırdı. Hazırlanıp metroya doğru yürümeye başladım. Hava aniden bozdu, inanılmaz bir yağmur boşaldı Ankara'ya.. Bir hayli ıslanarak bir çardağın altına sığındım. İki yaşlı kadın oturuyordu. İzin isteyerek, ben de bir kenara iliştim. Yüksek sesle konuşuyorlar. Umursamıyorlar beni. Sanki kırk yıllık tanıdıklarıydım..
Biri seksen yaş civarında. Modern giyimli. Saçını toplayıp file geçirmiş. Eflatun rengin ilk bakışta kendini öne çıkardığı, bir de fular takmış. Hoş, zarif bir kadın.
Diğeri yaşça daha küçük, çok hoş gülüşlü, dişleri pırıl pırıl, güzel bir baş örtüsü takmış bir kadın..Birazda kilolu.. Metro ile Kızılay'a gideceklermiş. Hiç bilmiyorlar Eryaman'ı bana bir kurtarıcı gibi bakıyorlar. O tarafa gideceğimi söylüyorum. Rahatlıyorlar.. Yağmur tüm şiddetiyle devam ediyor. Gitmemize imkan vermiyor.
Yaşlı olan ''Üç çocuğum var. Üçü de erkek, meslek sahibi'' ''Eşim on yıl önce öldü. Dış işlerinden emekliydi, ondan aldığım emekli maaşım var'' diyor.'' Lakin çok ıstırap çektiğim günler oluyor, çaresiz ve terk edilmiş gibi hissediyorum kendimi'' diyor..
Diğer kadın nedenini soruyor.
''Üç ayda bir aldığım maaşa karşılık bakıyorlar bana. Kim üç ay bakarsa onlar alıyor maaşımı. Sonra sırayla diğerlerinin yanına gidiyorum'' diyor.. İçim acıyor. Dehşet içinde dinliyorum...Konuşmaya dilim varmıyor..
Ve ilginç bir şey söylüyor..
''Bir anne, baba yüz çocuğu olsa bakar da, yüz çocuk bir anne veya babaya bakmaz'' diyerek kestirip atıyor..
Bu kesin yargı onun çektiklerinin bir yansıması, diyorum içimden..Yoksa ne çocuklar tanırım, anne ve babalarını yere göğe sığdıramazlar...
Diğerini iki çocuğu varmış. Bir kız bir oğlan..
''Kızımın yanında kalıyordum yıllardır, Çocuklarına bakıyordum. Çocuklar büyüdüler..Artık bakılacak durumları kalmayınca, evde bir fazlalık olduğumu hissettiriyor damadım''diyerek, Ağlamaya başlıyor..
''Geçen gün kızımla tartışıyorlardı. Kulak misafiri oldum. Damat ille bir Huzur Evine bırakılmamı istiyordu. Kızımın itirazlarına rağmen, hiç geri adım atmıyordu. Bir kaç gün geçsin bu teklifi kendim yapacağım, aile saadetleri bozulmasın diye'' Diyor.
''O yıllardır bakıp büyüttüğüm torunlarım bile hiç tepki vermiyorlar En çok ona kahırlanıyorum'' diyor.
''Oğlum da hele hiç hayır yok''. Diyor. Devam ediyor ağlamaya...
Orada iyi bakarlar mı Abla diyor diğerine ,sesindeki korkuyla......Hiç sesi çıkmıyor Ablanın... Söyleyecek laf bulamıyor belki de...
Yağmur taneleri tek tük atmaya başlıyor. Kesildi sayılır artık. Havada hoş bir toprak kokusu.. Geride kalan... Kalkıp metroya yürüyoruz birlikte..
Bindikten sonra her durakta telaşa kapılıyorlar bu defa.... Nerede ineceklerini bilmediklerinden.
Bakın ''Herkesin treni boşalttığında ineceksiniz, karşı perondaki trene bineceksiniz. Ve herkesin treni boşalttığında tekrar ineceksiniz. İşte orası Kızılaydır diyorum....
Yolculardan bir kadın.. İşte bu kadar güzel tarif edilir diyor, yanındakilere...
Batı Kent'te indiğimizde.. Karşı trene bineceklerini söylüyorum tekrar...
Ve yol arkadaşlığımız sona eriyor..
Geride ben tek kalıyorum...
İçimde biriken hüzünle..