1965 yılında
Belkide halamın zoruyla, haldeki tezgahı artık, pazar günleri ben açıyorum.Kazım Ağa zaten pazar günleri kapalı olduğundan, ona bir zararı yok. Bana sayılı yumurta ve bir kaç sandık limon veriyor. satılmayanları iade alıyor.. Kârını bana veriyor.. Bir hafta okulda harcamaya yeterli bir para..Rahatlıyorum...Birde fakir öğrenci var Osman K. ona da bakıyorum..Yetiyor...
Yemekler o zaman müşterek kaptan yeniyor. Herkesin tabağı ayrı değil.. Bol etli bir patlıcan yemeği.. Çatalıma batırdığım eti, tam ağzıma götürürken, öyle bir bakış atıyor ki enişte..
Öylece tabağın kenarına bırakıyorum. Sofrayı terk ediyorum.
''Allah belanı versin Kazım'' diye bağırıyor Naime Halam.. Kavga sabaha kadar devam ediyor.
Yatağın içinde sabahı sabah ediyorum...
Ertesi sabah saat yedide beni uyandırıyor. Kölesini halin kapısına yine dikiyor...Hiç pişmanlık göremiyorum yüzünde..
Hakkını yememek lazım. İlk defa pişmanlık ve hüznü Mutki İsyanında askermiş. Annemin köyü 'Batılmıs' dahil diğer köylerde, yedi yaşından büyük erkeklerin tümünü kurşuna dizdiklerini anlatırken görmüştüm.
Bir kaç gün sonra, gönlümü almak için Sümer Banktan bir Beykoz kundurası alıyor.Takoz gibi bir ayakkabı ama ayağım ısınıyor doğrusu... Bir tane de kaban alıyor. Yanımızdaki çarşıda bulunan elbiseci Albert Ustadan..Albert Usta beni seven bir Yahudi tüccar.. Ufak tefek, bembeyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, ufak tefek bir adam. Nasıl eziyet çektiğime şahit olanlardan biri...Kabanın biraz pahalısını veriyor. Kazım Ağa itiraz edince, ''O farkı ben karşılıyorum'' diyor...Hiç sesi çıkmıyor Kazım Ağanın..
Bir kaç gün geçtikten sonra da bir tel maşa Nacar Saat alıp, sanırım halamla barışı sağlıyor..
O yılı vukuatsız geçiriyoruz..
Ertesi yıl.
Halam Naime telefon ediyor hale.. Nasıl ağlıyor bir bilseniz, Ödümüz patlıyor.Biri öldü sanıyoruz...
''Askerlik şubesinden bir kağıt geldi. Beni askere çağırıyorlar. Yetişin '' diyor.. Kazım Ağa beni gönderiyor.
Doğru.. Nüfusta adı İsmet olduğu için, kayıtlarda bir hatadan dolayı asker kaçağı görülüyor...Tebligatı yapanlar, aslında 'Mevcutlu götürmeleri' gerekirken, bakıyorlar ayağı sakat bir kadın, askerlik şubesine gelmesini istiyorlar..
Askerlik şubesine taksiyle gidiyoruz.. Hıçkırarak ağlaması hiç kesilmiyor.. Taksici de hayretler içinde dikiz aynasından bizi izliyor.
İçeri girdiğimizde ''Ne vardı' diyor bir ast subay..
''Komando askerinizi getirdim'' diyorum. Yüzü asılıyor
''O ne demek'' diye bizi azarlıyor.
Durumu anlatıyorum. Herkes gülmeye başlıyor.. Naime Halam ağlamaya devam ediyor..
Albayın yanına götürüyorlar. Albay konuyu anladıktan sonra
''Sen üzülme'' öyle şey olur mu diyor..
''Biz gereken işlemleri yaparız' diyerek halamı sakinleştiriyor..
Eve dönüyoruz..
İşlemler devam ediyor. İş mahkemeye kadar götürülüyor..Sonunda askerlik macerası sona eriyor.
Naime Sultan rahatlıyor..
Ben sık sık 'Onbaşı İsmet' diyorum bir süre. Kızıyor..
Adı onbaşı İsmet kalıyor Keçiören semtinde..
Yaşam yine kaldığı yerden devam ediyor..
Köle her gün halin kapısını bekliyor yine...
Belkide halamın zoruyla, haldeki tezgahı artık, pazar günleri ben açıyorum.Kazım Ağa zaten pazar günleri kapalı olduğundan, ona bir zararı yok. Bana sayılı yumurta ve bir kaç sandık limon veriyor. satılmayanları iade alıyor.. Kârını bana veriyor.. Bir hafta okulda harcamaya yeterli bir para..Rahatlıyorum...Birde fakir öğrenci var Osman K. ona da bakıyorum..Yetiyor...
Yemekler o zaman müşterek kaptan yeniyor. Herkesin tabağı ayrı değil.. Bol etli bir patlıcan yemeği.. Çatalıma batırdığım eti, tam ağzıma götürürken, öyle bir bakış atıyor ki enişte..
Öylece tabağın kenarına bırakıyorum. Sofrayı terk ediyorum.
''Allah belanı versin Kazım'' diye bağırıyor Naime Halam.. Kavga sabaha kadar devam ediyor.
Yatağın içinde sabahı sabah ediyorum...
Ertesi sabah saat yedide beni uyandırıyor. Kölesini halin kapısına yine dikiyor...Hiç pişmanlık göremiyorum yüzünde..
Hakkını yememek lazım. İlk defa pişmanlık ve hüznü Mutki İsyanında askermiş. Annemin köyü 'Batılmıs' dahil diğer köylerde, yedi yaşından büyük erkeklerin tümünü kurşuna dizdiklerini anlatırken görmüştüm.
Bir kaç gün sonra, gönlümü almak için Sümer Banktan bir Beykoz kundurası alıyor.Takoz gibi bir ayakkabı ama ayağım ısınıyor doğrusu... Bir tane de kaban alıyor. Yanımızdaki çarşıda bulunan elbiseci Albert Ustadan..Albert Usta beni seven bir Yahudi tüccar.. Ufak tefek, bembeyaz saçlı, yuvarlak gözlüklü, ufak tefek bir adam. Nasıl eziyet çektiğime şahit olanlardan biri...Kabanın biraz pahalısını veriyor. Kazım Ağa itiraz edince, ''O farkı ben karşılıyorum'' diyor...Hiç sesi çıkmıyor Kazım Ağanın..
Bir kaç gün geçtikten sonra da bir tel maşa Nacar Saat alıp, sanırım halamla barışı sağlıyor..
O yılı vukuatsız geçiriyoruz..
Ertesi yıl.
Halam Naime telefon ediyor hale.. Nasıl ağlıyor bir bilseniz, Ödümüz patlıyor.Biri öldü sanıyoruz...
''Askerlik şubesinden bir kağıt geldi. Beni askere çağırıyorlar. Yetişin '' diyor.. Kazım Ağa beni gönderiyor.
Doğru.. Nüfusta adı İsmet olduğu için, kayıtlarda bir hatadan dolayı asker kaçağı görülüyor...Tebligatı yapanlar, aslında 'Mevcutlu götürmeleri' gerekirken, bakıyorlar ayağı sakat bir kadın, askerlik şubesine gelmesini istiyorlar..
Askerlik şubesine taksiyle gidiyoruz.. Hıçkırarak ağlaması hiç kesilmiyor.. Taksici de hayretler içinde dikiz aynasından bizi izliyor.
İçeri girdiğimizde ''Ne vardı' diyor bir ast subay..
''Komando askerinizi getirdim'' diyorum. Yüzü asılıyor
''O ne demek'' diye bizi azarlıyor.
Durumu anlatıyorum. Herkes gülmeye başlıyor.. Naime Halam ağlamaya devam ediyor..
Albayın yanına götürüyorlar. Albay konuyu anladıktan sonra
''Sen üzülme'' öyle şey olur mu diyor..
''Biz gereken işlemleri yaparız' diyerek halamı sakinleştiriyor..
Eve dönüyoruz..
İşlemler devam ediyor. İş mahkemeye kadar götürülüyor..Sonunda askerlik macerası sona eriyor.
Naime Sultan rahatlıyor..
Ben sık sık 'Onbaşı İsmet' diyorum bir süre. Kızıyor..
Adı onbaşı İsmet kalıyor Keçiören semtinde..
Yaşam yine kaldığı yerden devam ediyor..
Köle her gün halin kapısını bekliyor yine...
DEvam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder